Trakya Üniversitesi, Fen (-Edebiyat) Fakültesi Biyoloji Bölümü mezunuyum. Ben mezun olduğumda fakültenin adı Fen-Edebiyat idi, sonra üniversite büyüyünce Fen ve Edebiyat fakültelerini ayırdılar. Güzel günlerdi, öğrencilik yılları.. İyi bir bölümden mezun olduğumu düşünüyorum. Alanında uzman hocalarımız iyi bir biyolog yetiştirmek için ellerinden geleni yaptılar, tabi ben de bu mesleği rastgele seçmedim iyi bir biyolog olmak için çaba gösterdim. Gerçe, bir hocam bana hobi olarak öğrencilik yapıyorsun demişti ama : ) Pek de haksız sayılmaz..
Ancak bundan daha gerilere gitmek istiyorum, biyolog olmanın ne demek olduğunu bile bilmediğim zamanlara.. Bir çok çocuk gibi, doğaya ilgim vardı ama bunu uygulamaya da geçirmek istiyordum. Doğadan bitkiler toplar, kaynatır – karıştırır özütlerini çıkartmaya çalışırdım. Şimdi ona ekstrakt ya da ekstre elde etmek dendiğini biliyorum tabi.. Özellikle “Ispıt” adı verilen bir sebzenin özü ile çok uğraştığımı hatırlarım.. Kaplarım da, o zaman Çukurbostan Fatih’te kurulan Rus – Romen pazarından annemin aldığı kokulu kolonya şişeleriydi vesselam 🙂 Bir de zakkum maceram var, ilkokul çağlarında bir arkadaşım “Enis” ile beraber onların çiçeklerinden yine sulu bir özüt ya da benzeri bir şey üretmeye çalışmıştım.. Bu sefer annemin 10 lt’lik turşu bidonunu çalmıştım, bunu sanırım annem hala bilmez 😀
Daha da öncesine gidebilir belki bu hikaye hatta, şu an uzmanlık alanlarımdan birini teşkil eden deney hayvanları konusunda özellikle.. Çukurbostan’a komşu sayılacak olan apartmanımızda alt komşu ile bizim ev arasında gezen bir faremiz vardı. Nice zehir ve kapandan sonra (tamam bu kısmı hoş değil) faremiz kapanda ölü olarak yakalandı. Normal bir ev hanımı muhtemelen doğrudan çöpe atardı. Annem ise bulaşık eldivenlerini giydi, babamın jiletlerinden birini aldı ve farenin karnını yardı! İlk defa “uterus duplex” yapısını, farenin embriyonal gelişimini bana gösterdi. Bu anı oldukça eski olmasına rağmen hayatımda yer almaya devam etti. Bir sonraki fareyi ciddi manada elime almam ise çok çok sonralarına, üniversite son yıllarında ancak gerçekleşti. Bir fare hikayemiz daha var ama onu sabit sayfalara değil de, diğer yazılara saklıyorum.
Tarihte tekrar bir kırılma yapalım ve lise yıllarımıza dönelim. Lisede de doğaya, bilimsel düşünceye ilgim devam etti elbette. Ergen zamanlarımın bir kısmını buna benzer faaliyetler ile geçiriyordum. Biyolojiye özel bir ilgim vardı ama bilimsel çalışmaya olan ilgim daha yüksekti yine de sanırım. O zamanlar daha az ama daha kaliteli olduğuna inandığım proje yarışmaları vardı. Bunlardan birine proje hazırlamak için lise arkadaşlarımın bir kısmıyla (bu arkadaşlarımın ikisi bilgisayar mühendisi, biri çevre mühendisi, biri harita mühendisi ve biri de doktor oldu ve güzel yerlerde çalışıyorlar, isimlerini vermiyorum ama değinebilirim sonra) yoğun tartışmalar yapıyor ve bir proje yaratmaya çalışıyorduk. En sonunda bir projeye karar kıldık: “Elodea densa bitkisine farklı asit konsantrasyonlarının etkisi” gibi bir şeydi. Bu kırılım Biyoloji’ye beni sanırım bir adım daha yaklaştırdı. Neticede projeyi değerli hocalarım ve üniversitedeki çok değerli bir profesör hocamın da yardımlarıyla bitirdik ve ne oldu biliyor musunuz? Jüri özel ödülü aldık.. Ayrıca bir katkısı daha oldu, çok sevgili rahmetli hocam Prof. Dr. Tuncay Altuğ ile tanıştım.
Üniversite tercih zamanı, kafam karışık ama karışıklığın sebebi aslında üniversiteye yerleştirilmek falan değil, başka.. Belki ona da değinirim sonra.. Neyse, kendi kendime dedim ki, ben ihtiyacım kadar elektronik, ihtiyacım kadar bilgisayar biliyorum ve doğanın mekaniğini anlamak istiyorum. Bunun için en mantıklı yol bana biyoloji okumak gibi geldi ve son dakika kararı ile yine de yarı tercihimi elektronik mühendisliği yapsam da sonuçta girebileceğim bölümleri yazmamıştım diyebilirim.. O dönemde okul puanı diye de bir şey vardı ama, sanırım çok etkisi oldu.
Sene 1999, tercih sonuçları açıklandı ve hani bir fare hikayemiz var daha demiştim ya, işte onunla ilgili kişinin yanına, sevgili Edirne’me öğrenci olarak geldim.. İşte yazının en başındaki yere geldik, bir sonsuz döngü yaratmak niyetinde değilim, zaten yapamam da.. Hikayenin bir kısmı böylece bitmiş oldu..
Bu sayfanın ya da yazının başlığının “Biyoloji” olmamasına neden olan konu ise ikinci lisansım ile ilgili.. İkinci üniversitemi Anadolu Üniversitesi, İktisat Fakültesi, Kamu Yönetimi Bölümü’nde okudum. 1999 yılında sevgili dostlarım ile kaldığım yurtta Kamu Yönetimi Bölümü’ne ilgi duyduğumu farkettim çünkü merhum babam gazeteciydi ve gerek siyaset bilimi, gerek sosyoloji gerekse de iktisadi konularda bir çok dersin okutulduğu bir bölümden “Basın – Yayın Enstitüsü”nden mezundu. Bana da tam olarak buna benzer bir şey lazımdı, her şeyden bir parça olan ve hayata bakış açımı değiştirecek bir alan.. İki değerli dostum, kardeşimin etkisiyle bu bölümü okumaya karar verdim ve ne hoş ki biyolojiden daha yüksek bir ortalama ile “Onur Öğrencisi” olarak mezun oldum.
Bu bölümü okumak, özellikle hayata, siyasete bakışımı; iktisadi konulara yaklaşımımı geliştirdi. Şu an yaptığım iş ile ilgili doğrudan olmasa da, dolaylı olarak, özellikle proje yönetmek konusunda çok katkı sağladı. İyi ki okumuşum..
Sonra bir bölüm daha okudum, “Acil Durum ve Afet Yönetimi”, bu daha çok hobi olarak başladığım Arama – Kurtarma işleri için daha donanımlı olmayı sağladı bana..
Okumaya doyamamış olsam gerek ki, şimdi de yine hobim olan bilgisayar ile ilgili daha derin bir bilgiye ya da belki de sadece sıfata sahip olmak için “Yönetim ve Bilişim Sistemleri” okuyorum.. Okuduğum üç bölümde de yönetim kelimesinin geçmesi vallahi sadece denk geldi..
Şimdi ne yapıyorum?! Ana sayfada bahsettiğim gibi bir kamu kurumunda uzman araştırmacı olarak 2007 yılından beri çalışıyorum. Tabi bir de master tamamladım ve doktoraya devam ediyorum. Hikayenin devamı başka sabit sayfalarda veya yeni yazılarda gelebilir.. Belki..